Merhabalar, ben Atef. Mısır İmparatorluğun'da zengin bir rahibin kölesi ve işçisiyim.
Bereketli topraklarıyla meşhur olan tarım cennettimiz Nil Nehri'nin yakınlarında Yukarı Mısır'daki Kahire'de hizmet veriyordum. Ta ki sahibim beni yetersiz bulup bir daha dönmemem üzere dövene kadar.
Özür dilerim, ne deseniz haklısınız efendim!
Kahire'de başka bir iş bulabilmiştim kendime. Artık büyük bir iş olan firavunun yanında çalışan yardımcılarındanım.
Firavunun sarayında tozları alıyor, bahçeyi düzenliyor ve yemek yapımında yardımcı oluyodum. Her ne kadar yeni bir maceraya atılmış olmanın verdiği mutluluğa sahip olsam da Firavun Akhenaton'un yaptıkları beni sarsmıştı.
Bu adam neyin nesi dersin? Ne cürretle törelerimizi hiçe sayabiliyor!
Bir de gösterişli saray hayatını yıkıp sadeleşmeyi öğreteceğini söylemiş. Gerçekten çıldırmış olmalı.
Kaç yıllık gelenkelerimiz olan çok tanrılı inanışımıza yasaklar getirdi. Tapınaklarımız ve putlarımızı yıkıp bize tek tanrının Güneş tanrısı Ra olduğunu iddia etti.
Bu bardağı taşıran son damla olmuştu. İsyan efiyordum. Ben de çareyi ülkeden kaçmakla buldum. Bir an önce nehir yatağında pazarlık ettiğim ve üzerleri onlarca hiyeroglifle dolu papirüslerimi aldım. Evet, yazı yazmayı biliyordum. Belki de şansım olsa piravunun katibi bile olabilirdim. Ama bu sosyal sınıflar benim işimi elimden almakla kalmadı hayatımı elimden aldı. Rotam artık Mezopotamya'ydı. Kendimi yerde baygın bulmadan önce son izlenimim Sümer'in tozlu kervan yollarıydı.